Av. Şükrü Kaya, Anayasanın ilgili maddelerine dayanarak savunduğu kentsel dönüşüm önerisini şöyle sıralıyor
“Ülkemizdeki Konut Stoğu’nu oluşturan yapıların büyük bir bölümünün İmar Mevzuatına aykırı olarak inşa edildiği, halen dahi bazı bölgelerde rasyonel ve çağdaş bir İmar Düzenlemesinin hayata geçirilemediği, siyası yada mali saiklerle çıkartılan bazı Yasa ve Yönetmelliklerle İmar Mevzuatının güvenilir olmaktan uzaklaştırıldığı bir vakıadır. Bu gerçek bir yandan afet riski nedeniyle Ülkemiz için büyük bir tehlike oluşturmakta, diğer yandan bu çarpık kentleşme, içinde yaşadığımız çevrenin çirkinliğine ve içinde yaşayanların mutsuzluğuna neden olmaktadır.
Bu çarpıklık ve eksikliğin giderilmesi amacıyla ve iyiniyetle (!) ve özelliklede 1999 depremin yıkıcı sonuçları nedeniyle birkaç defa yasal düzenleme yapılmıştır.
Bu düzenlemelerin ilki ve en kapsamlısı 2012 tarihli ve 6306 sayılı "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun" diğerleri ise 5393 sayılı Belediye Kanununun 73.Maddesi ile 2005 tarihli ve 5366 sayılı "Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması " yasalarıdır.
Biz bu yazımızda 5306 sayıılı Yasanın başlangıçtan bu yana uygulanması, uygulamada karşılaşılan aksaklıklar ile konu hakkındaki düşünce ve önerilerimizi sunmaya çalışacağız.
Okuyucumuzun dikkatıni çekmek istediğimiz ilk husus şudur; 6306 sayılı Yasa adındanda anlaşılacağı gibi bir" Dönüşüm " Yasasıdır.Sözcük anlamı ile dönüşüm, mevcut yapı yada bütünün iyileştirilmesini değil, değiştirilmesini ifade eder. Bu açıdan bakıldığında aşağıda ayrıntılı olarakta ifade edeceğimiz gibi yasanın bugüne kadar olan uygulamalarında bir başarı ve amaca uygunluktan söz etmek mümkün değildir.
Üzülerek ifade etmek gerekirse 99 Depreminin üzerinden 20 yılı aşkın bir süre geçtiği halde istenilen aşamaya gelinememiş, uygulamada bütünsellik ve başarı sağlanamamıştır. Bunun bizce birkaç asli nedeni vardır; Bunlardan ilki, 6306 sayılı Yasa ve Yönetmelik ile bunlarda zaman zaman yapılan ekleme ve değişikliklerin yetersiz olması, uygulamayı kolaylaştırıcı ve yol gösterici hususların bu düzenlemelerde yeterince yer almamış olmasıdır.
Bu gün 8-10 Daireli bir Apartmanda dahi Kat Maliklerinin bırakın uzlaşmayı, biraraya dahi gelemediği bir gerçektir. Mesleğimiz itibariyle bu konuda en duyarlı bölge olan Avcılarda bu sorunların ve açmazların yoğun olarak yaşandığını müşahade etmekteyiz.
Bizce uygulamadaki aksaklıkların ve yavaşlığın asıl nedeni Yasadaki eksikliklerdir. Yasa ve Yönetmelik uygulama başarısını büyük ölçüde Maliklerin iyiniyet ve becerisine bırakmaktadır. Özetle; Malikler bir araya gelecek, uzlaşacak, yol ve yöntem belirleyecek,dönüşümü gerçekleştirecek tüm harcamalarıda karşılıklı anlayış ve iyiniyetle bölüşeceklerdir. Ancak. Kollektif Çalışma Kültürünün toplumumuzdaki seviyesini gözardı eden yasa baştan başarısızlığa prim vermektedir. Bir diğer ifade ile kamu gücünün zorlayıcılığı yasada yeterince yer almamıştır. Bu konuda şunlar yapılabilirdi; Risk Analizleri özellikle hasar kaydı bulunan yapılarda kamu aracılığı ile yapılabilir, Maliklere yapılacak tebligat ve duyurular için bir kamu organizasyonu oluşturulabilir, yıkım ve temizleme işlemleri için ise Kamu Kurum ve Kuruluşlarının yani Belediye, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı vd. Kuruluşların imkanları seferber edilerek sağlanacak maliyet düşüklüğü ile maliklerin katılımı daha büyük ölçüde sağlanabilirdi. Yine Projelendirme konularındada kamusal bir organizasyon eli ile maliklerin yükü azaltılarak katılımlarının arttırılması elde edilebilirdi.
Burada değinilmesi gereken bir diğer önemli hususta ,Vatandaşların "Deprem, Hasar, Risk, İmar Düzenlemesi, Dönüşüm vd. "hususlarda yeterince aydınlatılmamış olması ve özelliklede "Kentsel Dönüşüm "ün içeriği hususunda "eğitilmemesi" sosyolojik olarak hazırlanmamasıdır. Bu konuda Üniversitelerin ilgili bölümleri ile iletişim sağlanmaması bizce bir eksikliktir. Bugün dahi Vatandaşlar Kentsel Dönüşümü "binasını yıkıp (kendince en az maliyetle ve hatta daha karlı olarak) yeniden inşaa etmek " olarak algılamakta ve çabalarını bu yönde yoğunlaştırmaktadır. Ancak, deprem gerçeğinin şehirleşmeyi ve şehirleri yeniden biçimlendirmek, her türlü sosyal ve fiziki alt yapısı ile yeniden inşa etmek için bir fırsat olduğu ,altyapı ve çevre sorunlarının en aza indirileceği yerleşim alanları inşaa etmenin mümkün olduğu ve bunun nasıl yapılabileceği hususları yeterince açıklanmamış, yasal mevzuatın yeterli olduğu düşüncesiyle hatalı ve sorunlarla dolu bir süreç başlamıştır.
Halen Yerel Yönetimler, yıkılan ve yeniden yapılan bina sayısındaki artışı bir başarı olarak görmekte, göstermekte, böylece sorunun çözülmeye başlandığı algısı yaratılmaktadır. Oysa ilgililerede çok defa söylediğimiz gibi Bakanlık Kuruluşları ve özelliklede Yerel Yönetimler yani belediyeler dönüşümün "Ada ve en azından parsel bazında " yapılması gerektiği hususunu ihmalle referans olabilecek bazı örnekleri hayata geçirme konusunda ihmalkar davranmışlardır.
SONUÇ OLARAK VE ÖZETLE; -.Kentsel Dönüşüm binaların yıkılıp yeniden yapılması değildir.
-. Deprem olgusu ve riski binaları, ulaşımı, sağlık ve sosyal altyapısı ile yeni ve çağdaş bir şehirleşme için bir fırsattır.
-. Konunun sahibi Bakanlık Kuruluşları ile Yerel Yönetimler Maliklerle daha yakın ve zorlayıcı bir hukuki ilişki tesis ederek bu sürece ivme kazandırmalı, başarı sadece Maliklerin gayret ve iyiniyetine bırakılmamalı, yeri geldiğinde Devletin zorlayıcı ve buyurgan yüzü gösterilmeli bu amaçla yeri geldiğinde yukarıdada arzettiğimiz gibi Devletin tüm olanakları seferber edilmelidir.
-. Sadece Riskli Alanlarda değil tüm faaliyet alanlarında alt yapı hizmetlerinin maliyeti Devletçe üstlenilmeli, maliklerin hiçolmazsa bu yönde rahatlaması sağlanmalıdır.
-. İşaret ettiğimiz husus ve önerilerimizi karşılayacak yeni yasal düzenlemeler için derhal ve zaman kaybedilmeksizin çalışmalar başlatılmalıdır.
-. İmar Planındaki değişiklik yada yetersizlik nedeniyle yeniden yapılacak inşaatta maliklerin kendi bağımsız bölümlerinde oluşacak alan kayıplarının bedeli SPK Lisanslı Kişi yada kuruluşlarca düzenlenecek Değerlendirme Raporları doğrultusunda ya devletçe karşılanmalı yada bu kaybı karşılamak üzere zaman içerisinde vergi muafiyetleri sağlanarak hak kaybına uğrayan bu malikler olumlu yönde motive edilmelidir. Zira, maliklerin anlaşmalarında en büyük engel bu nedenle meydana gelmektedir.”
|